12 Mart 2010 Cuma

İLİŞKİLER



Koca eve zil zurna sarhos girer ve karısına bakarak:
Ne kadar çirkin oldugunu biliyor musun?
- Sen de pis ve sarhoşsun diye cevap verir karısı.
- Iyi de benimki sabah'a geçecek!...

&&&&&

Yeni evli çift balayından dönerler ve kadın kocasına:
- 3 tane nur topu gibi evladımız olacak der.
- Iyi de nerden biliyorsun.
Kendileri annemin evinde bekliyorlar..

&&&&&

Soru: Başarılı erkek kimdir?
Cevap: Karısının harcayabildiginden fazla kazanabilen erkektir,
Soru: Başarılı kadın kimdir?
Cevap: Böyle bir erkek bulabilendir.

&&&&&

İki erkek bir lokantada oturmus pencereden bakıyorlardı, biri :
-Karşıdan karşıya gecen şu iki kadını görüyor musun; biri karim digeri ise metresimdir.
-Allah sana uzun ömürler versin simdi ben de aynısını söyleyecektim... !!

&&&&&

''Yarın 30. evlilik yıldönümümüz,bunu kutlamak için koyunu kesebiliriz.'
''Niçin?diye sorar eşi..
''Onun suçu değil ki.....''

&&&&&

''Sadakatın tanımı nedir ?''
''Fırsat yokluğu.''

SENDEDİR

Yüreğimde hasretin yeli
yokluğun dertlerimin anası
sensiz yüzüm hiç gülmedi yar
Özlemin başımın belası
sendedir yar gözüm
Sendedir iki gözüm
bu kalp bende değil Sendedir
içimde sabahın ilk günaydınları
Gönül aydın güneşim sendedir
Güne küsükün kuşlar gibiyim yar
Kanadımı kırma dur
sana benden başka Yar mı var
istersen alnımdan çekte vur
Sendedir yar gözüm
sendedir iki gözüm
Bu kalp bende değil sendedir
içimde sabahın İlk günaydınları
gönül aydın güneşim sendedir.
GÜL ÖZKAN

11 Mart 2010 Perşembe

ÇAN EĞRİSİ



4 yaşında başarı ....altına işememektir.
12 yaşında başarı........ ..arkadaş bulabilmektir.
16 yaşında başarı........ ......... araba sürebilmektir.
20 yaşında başarı........ .......... ........seks yapabilmektir.
35 yaşında başarı ............ ......... ..para kazanabilmektir.
50 yaşında başarı ............ . ......... ..çok para kazanabilmektir.
60 yaşında başarı ............ ......... ......seks yapabilmektir.
70 yaşında başarı ............ ....araba sürebilmektir.
75 yaşında başarı .........arkadaş bulabilmektir.
80 yaşında başarı ....altına işememektir.

Buna ÇAN EĞRİSİ denir!..
Prof. Albert Follanberg

EN İYİYİ BEKLERKEN...



Zamanın birinde bir kasabada yaşayan dünyalar güzeli bir kız varmış...

Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş...
Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice şovalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş...
Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu kıza aşık olan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş...

Ama kız onu da reddetmiş...

Aradan uzun yıllar geçmiş... Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış...
Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk cocuğa karışmış...
Birgün yolu bir zamanlar yaşadığı güzel, küçük kasabaya düşmüş...
Orada tanıdık birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş...

Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş...
Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını pek merak etmiş...
Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş...

Kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammış...
Üstelik zengin bile değilmiş...
Çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış...
Kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş...
Kız da ona arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü koparıp getirirse cevabı vereceğini bu arada tek şartının bahçede ilerlerken geriye dönmemesi olduğunu söylemiş...

Adam da bunun üzerine yüzlerce güzel gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış...

Birden çok güzel sarı bir gül görmüş...
Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde kocaman pempe bir gül gözüne çarpmış...
Tam ona uzanırken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş...
Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki bir gülü koparıp kıza götürmüş...
Bahçenin en güzel gülünü getirmesini beklerken kız bir de ne görsün yaprakları solmuş cılız bir gül...
Bunun üzerine adama dönen kız şöyle demiş :

"Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın...

Bu yüzden gençlik elden gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi öğrenmek gerekir..."

KISSADAN HİSSELER


Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

Demek ki neymiş;
Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.




Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

Demek ki neymiş;
Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.



Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi...
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum.. . Geleceğini biliyordum.. .

Demek ki neymiş;
Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.





'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.' (Afrika Atasözü )

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer. Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.